"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Türkçe Ezan

Unknown | 20:46 | 0 yorum

 

Türkçe ezan
Yaşlı bir kadın; Beşiktaş'taki, Vişnezade camisi önünde gözyaşları içinde gazetecilere anlatıyordu: 

   - ''Allah, Gazi'mize, dünya durdukça çok ömür versin. Bize, Kur'anımızın anlamını da öğretti. Aklımın erdiği günden beri namaz kılar, dua ederim. Ama ne yaptığımı, neler söylediğimi ben kendim de bilmezdim.''

   Her şeyden önce, ezan; bir tapınma(ibadet) değil, tapınmaya çağrıdır. Sayın (Hz.) Muhammed, ilk ezanı, gür sesiyle bilinen Habeşli Bilal'e okutmuştur. O zaman, Araplar'a yapılan bu çağrı doğal olarak Arapça yapılmış ve ondan sonra da Arapça olarak kalmıştır. 

  Prof. Yaşar Nuri Öztürk, ''Anadilde İbadet Meselesi'' adlı betiğinde, bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: 

  - "Ezan, bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani, ezan bir tapınma değil duyurudur."

  Falih Rıfkı Atay, 1960'l arda şöyle diyor:

  - "Geçenlerde, Diyanet İşleri Başkanı'nın bir demecini okudum. ''Ezan tapınmadır, o da ancak Arapça okunabilir.'' diye! 

  1879'da, yani, bundan 89 yıl önce İstanbul camilerinde ders veren din bilgini Hoca Suavi: '' Kuran'ın, her ulus dilinde okunabileceği hakkında İmam-ı Azam fetvasını unutarak, hutbeleri bile Arapça okutuyoruz.'' diyordu."; "Yıllarca önce Türkiye'ye gelen Filistin Müftüsü (...), ezanın Arapça mı, Türkçe mi okunacağı sorusuna: ''Siz, birbirinizi hangi dilde çağırırsınız?'' demişti."

  Ezan, İslam inancının en önemli simgelerinden biridir. Tanrı, Kuran'da, her şeyden önce Yüce Betik'in anlaşılmasına vurgu yapmıştır.

  İmam-ı Azam Ebu Hanife başta olmak üzere, büyük inanç bilginleri de; Kuran'ın başka dillere çevrilebileceğini, bu başka dillere çevrilmiş Kuran'la namaz kılınabileceğini ve dolayısıyla ezanın da başka dillere çevrilebileceğini belirtmişlerdir.

  Prof. Yaşar Nuri Öztürk'ün deyimiyle:

 - "Ebu Hanife ve Hanefi mezhebi; namaz vaktini duyurma amacı sağlanması koşuluyla, buna da (Türkçe ezana) izin vermiştir." 

  Hanefi mezhebine göre; ezan, başka dillere çevrilebilir. Eğer, duyuru gerçekleşiyorsa, ezanın çevirisini okumakta da bir sakınca yoktur." Bu nedenle, ezanın başka dillere çevrilmesinin önünde hiç bir "inançsal engel" yoktur. Kuran'da; ezanın, başka dillere çevrilemeyeceğiyle ilgili hiç bir yargı yoktur!  

 1932 yılı, Ramazan ayında yaşanan bu olay; o günlerde, İstanbul'un birçok camisinde yineleniyordu. Hareketliliğin nedeni, Mustafa Kemal Atatürk'ün buyruğuyla, Kuran'ın, Türkçe okunmaya başlanmasıydı. Türkçe Kuran'ı ilk okuyan kişi Hafız Yaşar Bey'dir.

  22 Ocak günü, Yerebatan camisinden yükselen bu ses, Cumhuriyet yönetiminin düzenlemeleriyle, hızla öbür camilere de yayıldı. Giderek, daha fazla camide Türkçe Kuran okunuyor; bu camiler, ilgili kalabalıklarla dolup taşıyordu. Büyük dinleti, 27 Ocak günü, Süleymaniye camisinde; 29 Ocak günü de, Sultanahmet camisinde gerçekleşti.

  Toplum İstiyor!

  Camilerdeki bu hareketliliğe; ‘‘Toplum, Türkçe Kuran dinlemek istiyor.’’ başlığını taşıyan gazeteler de destek veriyordu.

  Fatih öğütçüsü (vaiz) Hüsamettin Efendi demiştir ki:

  - '' Kuran'ın Türkçe'sini okumak la, Kuran'ın Arapça'sını okumak eşdeğerdedir. Elverir ki, Türkçe, Kuran'ı gerçek anlamda bilen kişiler tarafından çevrilsin. Hafız Beyler'in okudukları Kuran çevirisine güvenmek gerekir. Toplumun, bin yıldan beri, Allah'ının kelamını işittiği halde, anlamını anlamaması zaten şaşılacak bir şeydi. Ulu Cumhuriyet döneminde, bu bilgisizlikten de kurtulmak ne mutlu bizlere...''

 Ayasofya'da, Cebeci sokağında Halit Bey de şunları söylemiştir:

  - '' Bilerek tapınmak (ibadet etmek) kadar mutluluk verici bir şey var mıdır? Bilmediğin dille, tapınma sayılırsa da; bilerek tapınma kuşkusuz daha başkadır.''

  İnanç (Din) adamları da Türkçe Kuran'ı ve ezanı savunuyorlardı.

  Tapınma dilinin Türkçeleşmesi devrimine karşı çıkanların sesi cılız kalıyor; birçok inanç adamı da devrime demeçleriyle destek veriyordu.

  Bursalı Hafız Rıfat Bey, Kuran'ı, Türkçe okumanın yararını savunan inanç adamlarından biriydi:

  - '' Kuran'ın Türkçe çevirisi herkes tarafından seve seve karşılandığı gibi; tapınma sırasında, Arapça yerine okunmasında hiç bir mahzur yoktur. Cenabı Hak bile, kelamı ilahisinde ve ‘Sure-i Yusuf’’un başında diyor ki: ''Ben size Kur'an'ı Arapça gönderdim ki halk kelamından anlatın.''

  Kezalik ‘Sure-i Mümin'de de: ''Biz, Kuran'ı, kendi dillerinde gönderdik ki anlaşılması kolay olsun. Ya Muhammet! Sen, onlara, öyle bildir ki, anlamış olsunlar...'' diyor.

  Hatta, Türkçe Kuran ile namaz kıldırmak bile inancımıza uygundur (caiz).''

 
Sultan Ahmet'te ilk Türkçe ezan
Atatürk'ün, kimi inanç adamlarına, Türkçe Kuran armağan etmesiyle de desteklenen devrimde, gerçek yenilik, 30 Ocak'ta geldi. O gün, ikindi ezanının Türkçe okunacağını duyanlar, Fatih camisine koştular. Büyük bir kalabalık Fatih camisi önünde toplandı.

  Hafız Rıfat Bey, ezanı; önce Arapça, ardından da Türkçe okudu: 

  - '' Tanrı büyüktür.
       Tanrı'dan başka tapacak yoktur.
       Ben tanığım ki, Tanrım büyüktür...''

  İlk kez, Fatih camisinden ulusa duyurulan Türkçe ezan, ertesi gün öbür minarelerden de duyulmaya başlandı.

  Devrim; Kadir gecesi, Ayasofya camisinde doruğa ulaştı. 4 Şubat 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesine göre; o gece, Ayasofya'da, 40 bin kişi, teravih namazı kılmış; 30 bin kişi de, cami dışında kalmıştı:

  - '' Dün gece, Ayasofya'da toplanan kırk bine yakın; kadın, erkek, tüm müslümanlar, on üç yüz yıldan beri, ilk kez Tanrılarına kendi dilleriyle tapındılar (ibadet ettiler). Yüreklerinden, gönüllerinden kopan; en içten, en sıcak sevgi ve gelenekleriyle, Tanrıları'ndan mağfiret dilediler. Ulu Tanrı'nın ulu adını, gökleri titreten vecd ve huşu ile dolu olarak tekbir ederken, her ağızdan çıkan bir tek ses vardı. Bu ses Türk acununun, Tanrı'sına, kendi bilgisi ile taptığını anlatıyordu.''

   Arapça ezan yasaklandı.

  Diyanet İşleri Başkanlığı da, birkaç gün sonra, fetva niteliğinde bir genelge yayınladı.

  Ramazan bayramında, camilerde, hutbenin Türkçe okunması sağlandı ve başkanlıktan belge almayanların, Türkçe Kuran okuyamayacağı duyuruldu.

  Ramazan sonrasında, Türkçe tapınmanın ardı kesilmedi ve 18 Temmuz 1932 tarihinde, Diyanet İşleri Başkanlığı yeni bir genelge yayımlandı.

  Atatürk, 1933 yılında:

 - "Ezan ve Kuran'ı, Türkler'den başka hiç bir Müslüman ulus, bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara, muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatçılarıdır." demiştir. (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, b.74).


  Atatürk'e atfen yayınlanan bu genelgeyle; Arapça ezan okunması yasaklandı. O tarihten sonra, Türkiye'de, tüm camilerde, ezan Türkçe okundu; Arapça okumak da ısrar edenler yakalandı, haklarında soruşturma açıldı. Türkçe ezan uygulaması, 1941 yılına kadar da, Diyanet İşleri Başkanlığı genelgesine dayanarak sürdürüldü.

  1938'de, Atatürk'ün öldürülmesinden sonra, Arapça ezan yasağıyla ilgili sorunlar giderek artınca, Arapça ezan okuyanların cezalandırılması için bir yasa çıkarılması gündeme geldi.

  Ezan Tartışmalarında Unutturulanlar

  Demokrat Parti yönetiminin ilk işi niteliğini taşıyan eylemlerinden biri, Arapça ezana dönülmesi kararı olmuştur.

  Arapça ezan yasağının nasıl kaldırıldığı ve Türkçe ezana nasıl başlandığı konusunda değişik görüşler öne sürülüyor. İşte bu nedenle; 31 Ocak 1932'de, Atatürk'ün buyruğuyla başlayan Türkçe ezan uygulamasının, 16 Haziran 1950'de kaldırılmasına kadar uzanan tarihsel süreçte yaşananları sizlere sunuyoruz.

  Amacımız; toplumsal belleğin yenilenmesine katkıda bulunmak; bugün ki tartışmalara, TBMM tutanakları ve o gün ki gazetelere dayanarak ışık tutmaktır.

  Türkçe okumayanlar mı, Arapça okuyanlar mı cezalandırılsın tartışmaları:  

   Refik Saydam başkanlığında ki Bakalar Kurulu'nun, TBMM'ye gönderdiği, Türk Ceza Yasası değişikliği; Arapça ezan okuyanlara üç aya kadar tutuklama, on liradan iki yüz liraya kadar da para cezası öngörüyordu. Yasa değişikliği, 23 Mayıs 1941 günü, Meclis'te görüşüldü. İlk sözü Bursa saylavı Nevzad Ayas aldı. Türkçe ezan okunmasını, ulusalcılık açısından doğru buluyordu:
  - ''Ezan ve kametin (farz namazlara başlamadan önce müezzinlerce alçak sesle yinelenen ezan tümceleri) Türkçe veya Arapça okunması konusunda iki cephe vardır: Laiklik ve ulusalcılık.

  Laiklik ilkesi noktasından, bu konu inançsaldır, yasa konusu olmaması gerekir. Ama, ulusalcılık ilkesi noktasından, kendi dilimizi ileriye sürmek için böyle bir hükmün yasa konusu olması doğru olabilir.''

   Ancak, Ayas; Arapça ezan okuyanların değil; Türkçe ezan okumayanların cezalandırılması gerektiği kanısındaydı. Metinde, bu yönde değişiklik yapılmasını istedi.

  Adliye üyesi adına konuşan Kocaeli saylavı Salah Yargı, Ayas'ın bu istemine karşı çıktı:

  - '' Esas suç sayılacak ve cezalandırılacak şey, Arapça okunmasıdır. Dolayısıyla, Türkçe okunmasını önermek ve o öneriyi ceza yaptırımı altında bulundurmak maksut değildir.''

  Antalya saylavı Rasih Kaplan:  '- '' Ne demek, biraz açıklansın.'' diyerek, ayağa fırladı.

  - ''Yad dille, örneğin, Fransızca okumak günah olmaz da, Arapça okumak nasıl günah olur? Rumca okunur, Ermenice okunur...''

  Salah Yargı, sinirlendi. ‘‘Rica ederim’’ dedi, Kaplan'ın sorusunu sert bir konuşmayla yanıtladı:

 - '' Ezanın ve kametin Türkçe okunması diye bir yasa konmuş. Diyanet İşleri diye bir kurum var. Bu kurum; konuşmacılara, müezzinlere, imamlara bunu bildirmiş.

   Allahü ekber yerine, Tanrı uludur diye Türkçesi kullanılırken, bunun bir ceza yaptırımı altına alınması gerekirdi.''

  Nevzad Ayas yine söz aldı. İlk görüşünde ısrar etti. Ezanın Türkçe okunmasının, Anayasa'daki ulusalcılık ilkesine uygun olacağını vurguladı ve metinde; ‘‘Arapça ezan okuyanlar’’ denilmesini bir kez daha eleştirdi.

  Karşı çıkışın büyüğü Rasip Kaplan'dan geldi:

  - '' Laiklik gereği olarak, bu gibi işlere karışmayalım. Bu konu, ceza konusu değildir.'' dedi ve bir örnek verdi:

   -  Antalya'dayım. Savcının yanında müftüyü gördüm. Şaşırdım. Çünkü, Ulusal Savaşım'da çok çalışmış, iyi kişilikli bir arkadaşımızdır. Gittikten sonra şaşkınlıkla sordum. Savcı dedi ki:

  - '' Birisi imam olmak istemiş. Polis kaydında, uyuşturucu madde kullandığı görülmüş. Müftü: '' - Sen imam olamazsın.'' demiş.

  İşte bu adam savcıya bir ihbarname veriyor;

  - '' Dün öğle namazında camiye gittim, müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra müftü namaza başlamadı; ilgiyle baktım, dudakları kıpırdıyordu, Arapça kamet getiriyordu. Savcı, bunun üzerine, imamı izletmeye başlamış. ''

   Yasa, Bakanlar Kurulu'nun istediği gibi çıktı. Böylece, Arapça ezan yasağı, tutuklama cezasıyla da desteklenmiş oldu. Ezan, 1950'ye değin Türkçe okundu. 


Yeniden Arapça ezan
  Türk Ulusu, tam 18 yıl süreyle, günlük yaşamda kullandıkları dille namaza çağrıldılar. 

   Falih Rıfkı Atay: 

  - '' Ezanı Türkçeleştirmek, tapınma devriminin başlangıcıydı.  Atatürk'ün amacı: Arapça'yı, tapınma dili olmaktan çıkarıp; Türkçe'yi, camiye egemen kılmaktı.''

  Falih Rıfkı Atay'ın, Çankaya  adlı betiğinden okuyalım:

 - '' Atatürk; tapınma devrimine, ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. Gerçekte, verdiği ilk buyruk, ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi. Tutucuların sözcülüğünü yapan İnönü, Atatürk'e yalvarmış, ''Önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza sıra gelir.'' demişti.

  Arkadan dil ve Kuran metni sorunları çıkıp, namazın Türkçeleşmesi gecikti idi. Atatürk sağ kalsaydı, tapınma devrimi (ibadet reformu) olacağında da kuşku yoktu.''

  Bu yazıdan çıkartmamız gereken anlamlar:
  •  - Ezanın Türkçeleştirilmesinde, inançlara aykırılık yoktur. Çünkü, bir bölgede yaşayan insanlara, tapınma sürevlerini bildiren bir çağrının, bilmedikleri bir dilde olması, o insanlara ne katar? 
  •  - Türkçe ezan; anlamı bilinse de, anadilde olmadığından dolayı yüreklerde duyumsanamaz. Arapça ezanın; tinlerde (ruh) ve gönüllerde yaratamadığı coşkuyu yaratacaktır. Bu nedenle, anadilde ezan, inancın gereklerine çok daha uygundur. 
  •  - Kuran'ın ve  Sayın Muhammet'ın, bu konuda her hangi bir yasağı olmadığına göre, ezanı Türkçe okutan Atatürk'ü; "dinsizlik" yapmış ya da  "topluma işkence etmiş" gibi göstermek, her şeyden önce, İslam inancına aykırıdır. 
  •  - Asla unutulmamalıdır ki, Atatürk, bu ülkede, ezanların susturulmaması için bir ölüm-kalım savaşımı vermiştir. Şu bir gerçek ki; o, önce ezanların susmasını engellemiş, sonra da ezanların anlaşılmasını sağlamıştır.
  • - Gerçek bir müslümana düşen; bu konuda, Atatürk'e saygı ve minnet duymaktır.

Kaynaklar:

kemalist-yol.tr.gg
hurriyet.com.tr

Category: , ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

0 yorum