"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Gerçek Suçlu Kim?

Unknown | 13:11 | 0 yorum

Atatürk yurt gezisinde

  Ülkemizin bu duruma düşmesindeki gerçek suçlu ya da suçlular kimler dersiniz?

  Uluğ önderimiz Gazi Atatürk, bizlere; bir devletin, en güç ve düşkün zamanlarında, nasıl ve kimlerle dirilebileceğini tek tek anlatıyor.

  Bu yayını; kendi ulusuna, ''% 60'ı aptaldır.'' diyen sözde ''aydınlara(?)''; ve onlara kanıp kendi ulusunu aşağılayan yurttaşlara ders olsun diye yayınlıyorum.

  Umarım, baş öğretmenimizi dinleriz ve onun söylediklerini uygularız.


  Atatürk anlatıyor: Aydınlar
  (Cihan Dura)


  1- Tarih, 22 Mart1923…

  Konya Sultani Okulu’nda konuşuyorum: Acı ve kara günlerden sonra, ulusun içine düşürüldüğü ölüm çukurundan kurtulması, bu günkü onurunu kazanması hakkında. Şükre ve övgüye layık girişimlerde ve eylemde bulunan arkadaşların amaçlarına varmaları nasıl olmuştur?

  Kuşkusuz, ulusun aydınlarının; her olayda, toplumu aydınlatmaları ve uyarmaları, toplumu hep genel amaca yöneltmeleri sayesinde olmuştur. Biz, bu günkü noktaya, bu sayede; bütün aydınların yardımı, bütün güçlerin birleştirilmesi ile ulaştık.

   2- İşte!

  Topluluğunuz karşısında bir daha duyuruyorum: Bütün ulusumun bilmesi için, acunun(dünyanın) işitmesi ve dostun düşmanın duyması için bir daha söylüyorum ki!

  Ulusumun, böyle, bütün aydın gücünün, gerçek din bilginlerinin, bilim adamlarının aydınlatmasına ve yol göstermesine mazhar olarak, bütün gezip gördüğüm yerlerde; şükran ile, hamdüsena ile gördüğüm üzere, toplumun; çiftçisiyle, esnafıyla, tüccarıyla, bütün köylüsüyle, güvenine mazhar oldukça, ileri, hep ileri yürüyeceğim. Attığım adımların yalnız benim adımlarım olmadığını bilerek, bütün aydın kitlenin, bütün iyiliksever tabakanın, bütün arı ve büyük tinli (ruhlu) toplumun, benimle birlikte geldiğini bilerek, güçle, soğukkanlılıkla, istekle, her zaman ileri yürüyeceğim.

   3- Ben Mustafa Kemal!

  Hep düşünmüşümdür, neden geri kaldık ulusça diye. Gördüm ki türlü türlüdür nedenleri. Ancak bunlar arasında öyle biri vardı ki, ulusumuzun, özellikle aydınlarımızın; özenle, büyük önem vererek göz önüne alması gerekiyordu. Bu neden; ilerleyemeyişimizin, geride kalışımızın, ülkemizin baştan başa bir yıkıma dönmüş olmasının gerçek nedeniydi.

  Bu ana neden, aydınlarımızla toplum arasındaki uyum yokluğuydu. 

   4- Şöyle açmak isterim bu görüşümü: İslam toplumları, iki ayrı sınıftan oluşur; biri çoğunluğu oluşturan toplum, öbürü azınlığı oluşturan aydınlar…

  Bozuk düşünceli uluslarda, büyük çoğunluk başka amaca; aydın denen sınıf ise, başka anlayışa iyedir(sahiptir). Tam bir zıtlık, tam bir karşıtlık vardır bu iki sınıf arasında.

  Aydınlar, ana kitleyi, kendi amacına yönlendirmek isterler; toplum kitlesi ise, aydın sınıfına uymak istemez. O da, başka bir yol belirlemeye çalışır kendine. Aydın sınıfı; uyarıyla, doğru yolu göstererek çoğunluk kitlesini kendi amacına göre ikna etmekte başarılı olamayınca, başka araçlar kullanmaya girişir. Toplumu yönetmeye, onu küçük görmeye başlar; baskıcılık yapmaya kalkar. Ancak yine de başaramaz: Toplumu; ne birinci yöntemle, ne de baskı ve yönlendirmeyle, kendi amacına sürüklemekte başarılı olur.

   5- Oysa, başarı için tek bir koşul vardır, o da aydın sınıfın ve toplumun, anlayış ve amaçları arasında doğal bir uyum olmasıdır. 

  Ülkeyi kurtarmak için, bu iki bağ arasındaki ayrılığı durdurmak gerekir. Yürümeye başlamadan önce, bu iki kesim arasında uyum sağlamak gerekir. Bunun için de; toplum kitlesi, biraz, yürümesini hızlandırmalı, aydınlar da çok hızlı gitmemelidir.

   6- Nedir o zaman aydınların görevleri?

  Düşünelim. İlk görevi şudur bence: Aydınlarımız, özellikle de öğretmenlerimiz, her vesileden yararlanarak topluma  koşmalı, toplum ile bir arada olmalıdır. Topluma yaklaşmak, toplumla kaynaşmak, daha çok aydınlara düşen bir görevdir. Daha önce vurguladığım gibi, bunda başarılı olmak için de; aydın sınıfla, toplumun; anlayış ve amacı arasında doğal bir uyum olması gerekir.

   Bunun anlamı şudur: Aydınların, topluma anlatacakları ülküleri ve görüşlerini, toplumun bağrından ve gönlünden almalıdırlar.

   7- Oysa bizde böyle mi olmuştur?

  Aydınların görüşleri, toplumumuzun tininin derinliğinden alınmış görüşler midir? Ne yazık ki, hayır!

  Kuşkusuz, aydınların içinde çok iyi düşünenler de vardır. Ama, genel olarak, şu yanılgımız vardır ki, gözlem ve yargılarımıza, araştırmalarımıza, alan olarak, çoğunlukla; kendi ülkemizi, kendi tarihimizi, kendi geleneklerimizi, kendi özellik ve gereksinimlerimizi almayız. Aydınlarımız belki bütün acunu, bütün diğer ulusları tanır, ama kendimizi bilmezler.

   8- Aydınlar, her yerde, bütün Türkiye’de; toplumun içine girmeli, toplumun arasına karışmalıdır. Ulusu yükseltmek için çalışmalıdır. Ocak 1923’de, İzmit’te, gazetecilere açıkladığım gibi: Aydınlar ve ulusa yol göstermek için, çalışan ve bunu ülkü edinenler, doğrudan doğruya Ankara’ya gelsin ve bu isteği kendisinde duysun! Ve aynı zamanda, yalnızca Ankara’ya değil; Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e gitsin. Bugün burada konuşurken; şunu yapalım, bunu yapalım diyoruz. Bunların hepsinden önce, asıl oralara gidip çalışmak gerekir.

  Örneğin, Ziya Gökalp Bey, Diyarbakır’dadır. Gazetesinden bu gün çok yararlanılıyor. Ama, oradan ayrılması ülke için çok zararlıdır. İki günlük yaşamı ile, Diyarbakır’da yarattığı duyarlılık ilgi çekicidir. Dolayısıyla, aydın kişilerin her biri, başlı başına gidebileceği çevrelerde, bir ülkü yaratabilirler.

  Ülkenin içinde yalnız bir yerde değil, beş on yerde; ışık merkezi, bilim merkezi oluşturabilmeliyiz ki, ülke mutlu olabilsin.

   9- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Bakanlar Kurulu, ülkenin bütün onurlu ve erdemli aydınları; kendilerine düşen görevi iki nedenden dolayı sayarlar:

   Öncelikle, bu ulus ve ülkenin birer üyesidirler. İkincisi, üyesi oldukları toplumun, uygarlık acununda, değerini ve derecesini yükselttikçe, bunun kendileri için ne derece onur ve mutluluk vesilesi olacağını düşünürler.

  Bu görev, ülkeyi ve ulusu, uygarlığın ve insanlık gereklerinin zorunlu kıldığı olgunluk derecesine getirmek için bütün varlıkları ile her türlü çalışma kollarında; en doğru yolları aramak, bulmak ve bunun en doğru olduğunu topluma anlatmakla birlikte; üzerinde hızlı ve geniş adımlarla yürümeyi ve bütün ulusu yürütmeyi sağlamaktır. Bunda başarılı olmanın gerektirdiği nitelikleri düşünürsek, bu niteliklerin var olanlarından yararlanılmalıdır. Var olmayanlarını da, elde etmeye çalışmak konusundaki çabaların, ne kadar geniş ve ne kadar ciddi olması gerekeceğini de bilmelidirler.

   10- Aydınlar, ulusun, ilerleme ve yenilik isteğini doyurmalılar. Bizim ulusumuz; ilerlemeye, yeniliğe, gelişmeye son derecede yetenekli ve istekli bir toplumdur. Ülkemin birçok yerinde gözlemledim bunu. Hep bu duyarlığı, bu yüksek uyanıklığı ve ilgiyi gördüm.

  Aydınlar, ulusun, bu özlemini ve bu isteğini doyurmayı;  kurumsal (resmi) ve günlük görevleri dışında; onun üzerinde yüce ve ulusal bir görev olarak görmelidirler.

   11- Çok pak (arığ, temiz) yüreklidir bizim ulusumuz, çok soylu tinlidir; ilerlemeye çok yetenekli bir toplumdur. Bir inanırsa, yöneticilerinin, karşısındakilerin, kendisine içtenlikle hizmet ettiklerine, her türlü davranışı hemen kabule hazırdır. Demek ki, aydınlar, her şeyden önce, ulusa güven vermek zorundadır.

  Benim, toplum ile çok sıkı bir iletişimim vardır. O, arı ve duru kitle; bilmezsiniz, ne kadar yenilik yanlısıdır.

  Devrimlerimizde ki engeller ve güçlükler, hiçbir zaman, bu yoğun toplum tabakasından gelmeyecektir. 

   12- Aydınlarımızın bir görevi de, ulusal varlığımızı koruma ve savunma araçlarını bulmaktır. 

  Şöyle ki, bütün ulus, tek bir beden durumuna getirilmelidir. Her ulusta olduğu gibi, bizde de, bir işe birileri girişir; en son, bireye ve yukarıya doğru sirayet ettirilir. Bunu, gerçek yönüne yönlendirebilmek için, aydınlara daha çok görev düşer.

  Gerçekten aydınların görevleri çok büyüktür. Hiç bir ulus yoktur ki, aktöre (ahlak) temellerine dayanmadan ilerlesin. Aydınlarımız, yurt ve ulus sevgisi vermekle birlikte, başka uluslara karşı da, varlığımızı korumak için gerekli olan araçları ve yöntemleri bulurlarsa, görevlerini daha geniş biçimde yapmış olurlar.

   13- Aydınlarımızın diğer bir görevi de, örgütlenme konusunda; toplumu uyarmak, ona yardımcı olmaktır. 

  Bu görevle ilgili bir çağrıma, Şubat 1920’de yayımladığım bir genelgeyi örnek verebilirim: Bizim köylülerimiz iyi yüreklidir, pakdır. Onları uyarmak ve özellikle ulusal varlığımızın biricik dayanak noktası olan örgütün gereği ve biçimlenmesi konusunda, uygun bir dil ile onlara gereken uyarılarda bulunmak, her yurtsever ve aydın kişinin yurtseverliğine düşen; inançsal ve ulusal bir görevdir.

  Elverişli fırsatlardan yararlanarak, yönetim kurulu ve yönetimlerce; uygun ve seçilmiş kişiler, köylere gönderilmeli; köy odalarında okunmak üzere de; yurtsever gazetelerden, dergi ve kitapçıklardan yeterli sayıda yollanmalıdır.

   14- Son olarak belirtmek isterim ki, aydınlarımız ve gençlerimiz hangi hedeflere, ne için yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi belleklerinde iyice kararlaştırmalı; onları, toplum tarafından iyice sindirilebilir ve kabul edilebilir bir biçime getirmelidir. Ancak, ondan sonradır ki, düşüncelerini ortaya atmalılar.

  15- Ben Mustafa Kemal, ulustan biri idim.

  Ulusumla hem hal oldum, hem dert oldum; kaynaştım, bütünleştim; hem esinlendim, hem aydınlattım. Bundandır ki, bir toplum önderi olarak anıldım. Gün gelip, Ölümsüz Mustafa Kemal’in dile getirdiği gibi: O’na verilecek en güzel ve anlamlı ad, ulus önderidir.

  O, hep, ulus önderi olarak kalacaktır. O; odaların, sarayların, törenlerin başkomutanı değildir; kutsal yurt toprağının, çıplak ve öz toprağın askeridir, oradan, başarıyla birlikte, gerçek kurtuluşun sesini de getirecektir.

  Savaşlarının üzerine; bir uygarlık, bir devrim düzeni kurmasının anlamı budur.

  Ayaklarından yüreğine değin, ana toprağın ve ulusun; sızısını, acısını, çıplaklığını, yoksulluğunu duyuyor.

 16- Cumhurbaşkanı olarak görevi nedir?

  Havza’dan, yola, ulustan biri, Mustafa Kemal olarak yola çıkarken görevi ne idiyse, odur. Erzurum ve Sivas kurultaylarında, ulustan biri olarak içtiği gizli andı unutmamıştır. Kurtuluşun ve uyanışın önderi olacaktır. Ulusun derin kaynaklarını sezecektir. Ve bu kaynaklardan, devrimlerinin ilkelerini örecektir. Yoksulluğa, geriliğe ve karanlığa savaş…

  Törensel bir cumhurbaşkanı olmamıştır. Ulus önderi bir cumhurbaşkanıdır. Büyük ekonomik çelişmeler arasında ortaçağ düzeninden çıkış yolları aramaktadır. Ulusun, kan ve emeğinden doğan devleti, ulusa yöneltmektedir; bir devletçilik önderidir.

  
  '' İki Mustafa Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal. Diğeri, Ölümsüz Mustafa Kemal. 

  Onu, “ben” sözcüğüyle anlatamam; o, ben değildir, o bizdir! O, ülkemizin her köşesinde, yeni düşünce ve yeni bir yaşam için, büyük ülkü için uğraşan; aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların düşüyüm yalnızca. 

  Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal, sensin; o Mustafa Kemal, sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal, yaşaması ve başarılı olması gereken Ölümsüz Mustafa Kemal, sizlersiniz!


Kaynak: altayli.net yerliğinden alıntıdır.

Category: , , ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

0 yorum