"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Keyfimiz yerindeydi. Âh, o eski günler!

Unknown | 15:17 | 0 yorum


   Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel câhildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç.

   Dışarıda kar, ama kuzine, içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa, maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.

   Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu.
 
   Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi.

   Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde köfte ekmek keyfine hayran olmuş çocuklar ve gençler için, ben ne kadar yaşlıyım?

   Dışarıda kar, içeride kanaat, içeride huzur.

   Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç.

   Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk.

   Kestane közlemek, büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.

   Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı öyküler, anılar.

   Birçoğu arızalı ve bakıma gereksinim duyan beyinlerden çıkma dizilerin ve filimlerin açtığı hasarlar yerine, geniş ve besleyici bir masal dünyası.

   Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret kalacağımız kimin usuna gelirdi?
 
   Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi. Sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.

   Çay da kokardı, domates de.

   Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.

   Dışarıda kar, içeride huzur.

   Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, yönetim şekli tehlikesi kimin umurunda?

   Ne güzel cahildik. Mutluluğun resmini çiziyorduk.

   Hey gidi günler diyen kaç kişiyiz?

                                                        WebmasterSitesi-Aklın ve Bilimin Işığında (Feysbuk)

Yayının oluşturulma tarihi: 7 Mart 2012 

Bugün: 3 Eylül 2013, Kuvayı Milliyeci

Category: ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

0 yorum