"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Ülkemin durumuna bir bakış açısı: Medeniyetler İttifakı!

Unknown | 10:19 | 0 yorum

   Sömürgecilerin ve borazancılarının: “Medeniyetler İttifakı” dedikleri şey, gerçekte, bir talan ve yeniden paylaşma antlaşmasının üzerinin örtülmeye çalışılmasıdır.

   Daha somut söylemek gerekirse, sömürgecilerin, medeniyetler ittifakı ile hedef tahtasına yerleştirdikleri bölge; Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dur. Onlar “ittifak” görüntüsü altında, bu bölgedeki ülkeleri ve halkları birbirine düşürerek parçalamayı hedeflemektedir. Bu bölge halkları içinde; ırkçılığı, mezhepçiliği v.b. farklılıkları körükleyerek, bu bölgelerdeki ülkeleri ufalayarak; kolayca gütmek ve doğal kaynakları bölüşmek istemektedirler. Bu ittifakın kenarına kıyısına, her zaman yaptıkları gibi, işbirlikçileri ve taşeronlarını da iliştirmektedirler. Hatta bu sonuncuların, herkesten çok yaygara ve çığırtkanlık yapmasını, kışkırtıcılık rolü oynamasını da sağlamaktalar.

   Bunların bir işi de, kendi halkını kandırarak, sömürgeci oyunu gizlemektir. Gün olur bu işbirlikçiler: “Bir koyup üç alacağız.” diyerek halkını savaşa sürüklemek isterler; gün olur, kendi halkına yönelik her türlü tehdidi savururken, hatta zulüm uygulamaktan ve polisleri ile insan öldürmekten geri kalmazlarken; saldıracakları ülkede sözde insan haklarının çiğnendiğinden söz ederler. Hiç sıkılmadan, iki yüzlülükle demokrasi ve sandık dersi vermeye kalkışırlar.

   Amerika’nın bölge politikalarının uygulayıcılığını yapan bu yöneticiler halk edebiyatı yapmaktan geri durmazlar, ama: “Ayaklar baş olmaz.” diye de diklenirler. En büyük şehrin orta yerindeki parkı, yabancılara satabilmek için, kendi yurttaşlarının üzerine şiddetle gidenler; Mısır’da; tuzakçı ve suikastçı müslüman kardeşlerin, Suriye’de ise insan eti yiyen El Kaideciler'in koruyuculuğuna soyunurlar.

   Sömürgeciler, Irak’ta, kendilerine ayak uydurmayan, neft yağını istedikleri gibi yedirmeyen yönetimi yok etmek için, iç ve dış işbirlikçileri ayarladılar. Bu ülkedeki yönetimi dünyanın başının belası ilan ettiler. Ne kan içiciliğini bıraktılar, ne de zorbalığını. Bu kişiyi saygısızlaştırmak için yaptıkları propagandaların, hepsinin de yalana dayandığı sonradan ortaya çıktı. Ne kitleleri yok etme silahının varlığını kanıtlayabildiler, ne de kıyamet topunu. Bütün propagandalarının dayanakları yalan çıktı. Irak için, ABD’nin peşine takılan sömürgeci devletler, ortadoğulu işbirlikçilerinin desteğiyle en yeni ve etkili silahlarıyla saldırdılar.

   AKP iktidarı da çok istedi saldırıya katılmayı, ama doğrudan katılamadılar, dolaylı destek vermekle yetinmek zorunda kaldılar. Aslında, Irak’ta savaş denilebilecek bir süreç yaşanmadı. İlk birkaç gün Irak ordusu kısmen karşı koymaya çalıştı ama hemen dağıldı ve Amerikan uçaklarından atılan büyük yıkım gücüne sahip bombalarla, Körfez'deki gemilerden atılan, insan öldürmeye ve şehirleri yok etmeye programlanmış füzelerle, silahsız ve sahipsiz bir halkı kırıp geçirdiler. Gerçekten de onurlu yalnızlığı, o kirli savaşta, Irak halkı yaşadı. Adeta bilgisayar oyunu oynar gibi, zavallıları dünyanın gözü önünde helikopterlerle avladılar. Uygarlıktan en son söz etmesi gereken zalimlerin, bugün Suriye’de insanlıktan söz etmelerine kim inanır?

   Uygarlığın beşiğini paramparça edenler, Birinci Büyük Paylaşım Savaşı'nın bitmeyen hesabını yeniden görmek istediler, bugün de aynı şeyin peşindeler. Mezapotamya’da, uygarlıklar  çatışmadı, tek taraflı soykırım yapıldı. 21. Yüzyılın başında, orada, uygarlığın ocağında bir halkı kırıp geçirdiler. Kadınların ırzına geçtiler, çocukları seyreltilmiş nükleer bombalarla öldürdüler. Bu soykırımı, başparmağını kapatarak, dört parmağı açık durumda, elini yukarı kaldıranlar desteklediler ya da sustular. Onlar da müslümandı ve kimseleri de yoktu. Onlar için, kılını yalnızca Suriye kıpırdattı. Irak’tan kaçan milyonlarca insana, Suriye sahip çıktı ve işgalci güçlere karşı direnen Iraklılar'ı destekledi. Kaldı ki, bu direnişçilerin önemli kısmı sünnilerden meydana geliyordu. Irak işgali sırasında, Suriye sömürgecilik karşıtı cephede yer aldı ve ABD’nin, yeni ortadoğu projesine uyum göstermedi. Bu bölgenin yüzyıllık yazgısıdır, sömürgecilerin güdümüne girmeyenlerin ve İsrail için tehdit oluşturanların başlarına daima sorun açarlar, onların iktidarda kalmasını istemezler.

   Hiç unutmam, o en şiddetli saldırı gecesiydi, Bağdat bomba sesleri ve füzeler altında can verirken, son kez ezan okuyarak müslüman dünyaya adeta yakarıyordu. Şimdi AKP yalakalığı yapan, o zaman da işgalci zalimleri destekleyen tv’lerden birinin sunucusu: “Saddam ezanı da kullanıyor.” diye yayın yapmaktan utanmıyordu. Günümüzün koyu müslümanları; ne Bağdat’ı, ne de ezanı sömürgecilerin saldırısına karşı savunmak için sokaklara dökülmüşlerdi.

   - Bugünlerde, sokaklarda Mısır ve Suriye konusunda iktidar yanlısı gösteriler yapan, demokrasi hakkındaki gerçek düşüncelerini de itiraf eden kalabalıklar o zaman neden sokaklarda yoktular?

   - Neden o zaman tekbir getirerek sokaklara çıkmadılar, parklara çadır kurmadılar?

   - Biz solcular; tezkere meclisten geçmesin diye bağırırken, bu dinciler neredeydiler?

   - Dünyanın en barbar sömürgecileri, zavallı bir ülkeyi cayır cayır yakarken ses çıkmayanların, Mısır’da, dinci bir iktidarı, ordusu devirdi diye canhıraş sokağa çıkmalarının anlamı nedir?

    - Dinci bir iktidarı, ordu devirince önemli oluyor da, müslümanların yaşadığı bir ülkeyi, batılı sömürgeciler, ele geçirince ve katliam yapınca önemsiz mi oluyor?

    Buradan şu iki sonuç çıkıyor: Birincisini yukarıda anlattık. İkincisi ise; dinciler için iktidarı ele geçirmenin müslümanlıktan da, ülkeden de daha önemli olmasıdır. İktidar için, en zalim sömürgecilerle bile birlik olunabilir ve iktidarı bir daha bırakmamak için her yol hak görülür. Her şey iktidar için!

   Peygamber ölünce, onun izinden gitmek yerine, iktidar kavgasına tutuşanların yolundan gittiklerini iftiharla savunanlardan daha ne beklenir!

   Bugünlerde de, sömürgeciler, Irak’ta ortaya sürdükleri yalanlara benzer yalanlarla dünya kamuoyunu zehirleyerek, Suriye’yi, son derece hassas sınırlı bir müdahale palavralarıyla; yakmanın, yıkmanın hazırlığını yapıyorlar. Bir taraftan: ''BM’nin, Kimyasal Silahları Araştırma Heyeti'nin raporunu bekliyoruz.'' diyorlar, diğer yandan saldırı hazırlıkları yapıyorlar.

   Saldırı hazırlığı içindeki sömürgeci devletlerin kamuoylarının, Suriye’ye yapılacak saldırıya karşı çıkıyor olması, bu devletler için önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Bu gerçek hem Obama’yı, hem de İngiliz hükümetini zor durumda bırakmaktadır. Adı sosyalist olan, Fransız hükümeti ise, Libya saldırısından sonra elde ettiği kazanımları güvence altına almak için, kıraldan çok kıralcılık yapmaktadır. Öte yandan, ortadoğudaki işbirlikçi yöneticiler ise, batılıları, bir an önce şiddetli bir şekilde saldırsınlar diye tahrik ediyorlar. Davutoğlu, Avrupa ülkelerini dolaştı ve: ''Ne duruyorsunuz, harekete geçin!'' dedi. Saldırı konusunda onlara yol, yöntem önerdi. Bosna olayı ile Suriye’deki iç savaş arasında hiçbir benzerlik olmadığı halde, BM’yi dolanmanın yollarını göstermeye çalışıyor, hem de kurnaz Avrupalılara. Kendini çok bilgili, çok ciddi ve çok büyük politikacı olarak görüyor.

   Bu nasıl dar görüşlü bir bakış, hala uslanmıyorlar. Bugüne kadar takip ettikleri dış politikanın yerlerde süründüğünü, artık bazı AKP’liler bile kabul ediyorlar. Bu saçma politikalarının, ABD ve diğer sömürgeci devletlerin, Suriye’yi bombalamasıyla ayağa kaldırılacağını düşünüyorlarsa yine büyük hata yapıyorlar. Sömürgeciler her zaman olduğu gibi sadece kendi çıkarlarını düşünürler, işbirlikçiler onların işine yaradığı sürece ayakta tutulurlar. Bu gerçeği görmeyen ya da görmek istemeyen taşeron da olsa sonuçta kaybetmeye adaydır.

   Bir muhtemel gerçeğin altını çizelim: Batılı sömürgeciler, Suriye’yi bombalasalar da, Esad’ı yıkamayacaklardır, tersine, Esad’ın, ortadoğunun en önemli önderi haline gelmesine yol açacaklardır. Bu arada Esad, saygınlık kazanırken; AKP’nin izlediği sakatlığı gün ışığına çıkmış dış politika, Türkiye’yi on yıl öncesine göre çok saygınsız bir noktaya götürmektedir. AKP yöneticilerinin ihtirası, artık ülke sınırlarını da tehlikeye atmaktadır. AKP iktidarının da katkılarıyla, Suriye’nin sokulduğu savaş süreci, bütün bölgeyi çok tehlikeli bir karmaşaya doğru sürüklemeye devam ediyor. Bütün bölge; BOP ve AKP’nin, yeni Osmanlıcı düşlerinin acısını çekmekte ve gittikçe daha fazla batmaktadır. Şu sıralar yapılmaya uğraşıldığı gibi, bölge dışından yapılacak doğrudan müdahaleler, bölgeyi çok karıştıracak ve yeni savaşları tetikleyecektir. Suriye’ye yapılacak sömürgeci saldırılar, Lübnan başta olmak üzere, bölge ülkelerini iç savaşın kucağına savuracaktır. Bu nedenlerle, sömürgecilerin, Suriye’ye saldırısına karşı çıkmak her şeyden önce; bir insanlık ve demokratlık görevidir.

   Bu noktada, özellikle AKP iktidarını uyaralım: O kadar büyük yanlış politikalar izlediniz ki; ülkeyi adeta bir barut fıçısına soktunuz. Şu son Mısır ve Suriye politikanızla; taraftarlarınızı ve dinci savaşçıları, var gücünüzle destekliyorsunuz. Toplumu, gerilmenin de ötesine sokuyorsunuz. Sokakları, meydanları, toplantı yapılan her yeri; kavga ve çatışma alanı haline getiriyorsunuz. Bu gidişle savaşçılaştırdığınız taraftarlarınız, hızla Vahabi'leşir ve hatta giderek El Kaide'leşir. Ne olursa olsun iktidarda kalacağız diye zorbalığa başvurmak, kurtuluş olamaz. Tarihten herkesin ders çıkarması gerekir.

   Gün, ortaçağın karanlığını yaymak değil, yurtseverliğin kapsayıcılığında; hakkın, özgürlüğün ve katılımcı halk egemenliğinin geliştirilmesi günüdür.

                                                                                                         Mehmet Ali Yılmaz

Yayının oluşturulma tarihi: 3 Eylül 2013 

Bugün: 3 Eylül 2013, Kuvayı Milliyeci

Category: ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

0 yorum