"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

ATATÜRK'Ü HİÇ BÖYLE DUYMADINIZ!

Unknown | 10:42 | 0 yorum

 BİR DÖNEME TANIK OLUN.

Tarih 5 Mayıs 1938, Atatürk’ün son Ankara günleri. Salih Bozok’la, Atatürk’ün yanındayız. O günler perhize giren Atatürk içmiyordu. Otomobil Anadolu Kulübü’nün giriş kapısına yanaşmıştı ki, bir de ne görelim, İsmet Paşa kulüpten dışarıya doğru çıkıyor.

Bu, İsmet Paşa'nın Başvekillik görevinden alınmasından sonra İsmet Paşa ile ilk karşılaşması idi. İsmet Paşa saygı ile kenara çekilip, Atatürk’e yol vermek istedi. Fakat Atatürk, İsmet Paşa’yı kolundan tutarak elini sıktı ve hatırını sordu. Atatürk’ün gösterdiği yakınlık İsmet Paşa’nın üzerindeki tedirginliği dağıttı.

Atatürk İsmet Paşa’ya:

- ‘’NEREYE GİDİYORSUN? EVDE MİSAFİRİN YOKSA KULÜBE ÇIKALIM ORADAN HANIMA TELEFON EDERSİN. BİR BİRİÇ PARTİSİ YAPALIM.’’ deyince asansöre doğru yürümeye başladılar. Asansörün kapısı açıldığında önce Atatürk , ardından İsmet Paşa çıktı. Fakat Atatürk’ün yüzü hayli asılmış, İsmet Paşa’nın rengi uçmuş vaziyetteydi. Atatürk hızlı adımlarla oyun salonuna değil yemek yenen bölüme doğru yürüdü. Sinirli olduğu zamanlar yaptığı gibi kısılmış çenesiyle konuştu:

- HANİ SOFRA? SÖYLEMEDİNİZ Mİ? İÇKİ İÇİLECEK!

Kulüp müdürü, metidotel şef garsonlar birbirlerine şaşkınlık içerisinde bakmaktaydılar. Bize: ‘’Masa kaç kişi olacak?’’ diye soruyorlardı. Fakat ne ben ne de Salih bu sofra hikayesinin nereden çıktığını, asansörde Atatürk’le, İsmet Paşa arasında ne geçtiğini bilmediğimiz için verecek karşılık bulamıyorduk. Salih: ‘’on kişilik’’ diye kafadan bir sayı attı. Bu esnada Atatürk boş koltuklardan birine oturmuştu. Biz ayakta bekliyorduk.

Atatürk görevlilere hitaben:

- ‘’NE ON KİŞİLİĞİ?’’ dedi. SOFRA GENİŞ TUTULSUN. SEN SALİH, BAŞVEKİL CELAL BEYEFENDİYE TELEFON ET, HEMEN GELSİN. BULABİLDİĞİN VEKİL ARKADAŞLARI DA ÇAĞIR.

Sonra bana döndü:

- KILIÇ NE DİKİLİP DURUYORSUN, OTURSANA.

Ben İsmet Paşa’ya bakarak yavaşça koltuğun kenarına iliştim. Hala ayakta bekleyen İsmet Paşa oturmamakta tereddüt ediyordu. Atatürk bir müddet İsmet Paşa’ya bakıp eliyle karşısındaki koltuğu göstererek:

- BUYURUNUZ! dedi.

Gözlerinde çakmak, çakmak öfke kıvılcımları vardı.

Kendi kendime:

‘Allahım ne olur’ diyordum. Daha birkaç dakika önce asansöre birlikte binerlerken, imrenilecek bir samimiyet içerisindeydiler. Kırgınlıklarından bu yana, aylardır birbirlerini görmemişlerdi. Asansörde o kadar kısa zamanda aralarında ne çeşit bir konuşma geçti ki, Atatürk bu kadar öfkeli, bu kadar keskin, bu kadar bir şey yapmaya kararlıydı. Bu akşamki öfkesi bir başka idi. Karşısında oturduğu halde İsmet Paşa’nın yüzüne dahi bakmıyor, gözlerini belli bir noktaya dikmiş, sessizliğini muhafaza ediyordu.

Buna mukabil İsmet Paşa büyük bir tedirginlik içerisindeydi. Ellerini, birleştirdiği dizlerinin üzerine koymuş yere bakıyordu. Beklenenler henüz gelmemişti , sofra hazırdı…

- ‘’İYİ. SOFRA HAZIRLANMIŞTIR HERHALDE, BİZ GEÇİP OTURALIM.’’ Yerinden kalkıp hızlı adımlarla yürüdü. Sofrada her zamanki yerine oturdu. İsmet Paşa’ya da tam karşısındaki sandalyeyi gösteri. Atatürk’ün ilk defa böyle bir davranış içerisinde olduğunu görüyorduk. Çağırdığı misafirler gelmeden sofraya oturmazdı.

Bu akşam, alışmadığımız şeylerle karşı karşıya kalıyorduk. Misafirler gelmeden sofraya oturduğumuz gibi, İsmet Paşa’nın bardağına içki de koydurtmadı. Garson Atatürk’ün bardağına rakı doldurduktan sonra İsmet Paşa’ya doğru yöneldi. Şişeyi bardağına doğu yaklaştırırken, Atatürk’ün hepimizi irkilten sesini duyduk:

- HAYIR O İÇMİYOR!

Gerçekten de İsmet Paşa’nın bazen Atatürk’ün sofrasında içki içmediği zamanlar olurdu. Fakat bu durum İsmet Paşa’nın Atatürk’ten izin isteyerek ara sıra yaptığı bir davranıştı. Bu defa Atatürk müdahele ediyor ve İsmet Paşa’nın bardağına içki koydurtmuyordu. Bunca yıl sofrasında bulundum, bir kez benzeri olmamıştır. Değil İsmet Paşa’ya bunu kimseye yapmazdı. Kendi kendime düşünüyordum; Atatürk, belki Çankaya sofrasına ‘’Eylül Kavgasında’’ Başvekil olarak sarhoş gelen İnönü’nün yaptığı münasebetsiz konuşmaları hatırlayarak, bardağına bu sebepten dolayı mı içki koydurtmuyordu.

Çağrılanlar birer ikişer gelmeye başladılar.

Nuri Conker, Fuat Bulca, Recep Poker, Cevat Abbas, Atatürk’ü nezaketle selamlayarak sofraya yerleştiler. Başbakan Celal Bayar’la, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras henüz gelmemişlerdi. Her gelen havayı bulutlu görünce kaş göz işaretleriyle durumu anlamaya çalışıyorlardı, ama ben de dahil kimse bir şey bilmiyordu ki…

Celal Bayar’ın gelmesi biraz gecikti. Atatürk hiç konuşmuyordu. O konuşmayınca da sofrada kimsenin ağzı açılmıyordu. En sonunda şiddetle parlayan Atatürk’ün sesi duyuldu:

KALK İSMET, KONUŞ! BANA ASANSÖRDE SÖYLEDİKLERİNİ ŞİMDİ BURADA TEKRARLA!

Masanın etrafındaki bütün gözler İsmet Paşa’ya döndü. İsmet Paşa oturduğu sandalyeden kalkmakla kalkmamak arasında bir tereddüt geçirdi. Nihayet kalktı. Heyecanlı ve tedirgin olduğu her halinden belli oluyordu. Boğukça bir sesle kelimeleri yavaş yavaş konuşmaya başladı:

-BENİ BAĞIŞLA ATATÜRK! YANLIŞ ANLAŞILDIM. HER YERDE YAZDIM SÖYLEDİM, BENİ İSMET PAŞA YAPAN SİZSİNİZ... MADDİ MANEVİ HERŞEYİMİ SİZE BORÇLUYUM. BUNU SÖYLEMEKLE İFTİHAR EDERİM. BENİM TALİHİM BİR MUSTAFA KEMAL ATATÜRK BULMAKTIR.

İsmet Paşa Halk Partisi Grubunda yaptığı konuşmayı, sanki Atatürk’ün huzurunda yeniden tekrarlar gibiydi. Atatürk İnönü’nün sözünü keserek:

- BEN ASANSÖRDEKİ KONUŞTUKLARINI SORUYORUM. BU ANLATTIKLARINI DEĞİL!

İsmet Paşa çaresizlik içerisinde etrafına bakınmaktaydı. Fakat sofrada bulunan hiç kimse mahiyeti bilinmeyen bu asansör konuşmasına girecek cesareti kendinde bulamıyordu. Nihayet İsmet Paşa, başını hafif öne eğerek konuşmaya başladı.

-ASANSÖRDE LÜTFETTİNİZ HATIRIMI SORDUNUZ, DİNLENMENİN BANA YARADIĞINI SÖYLEMEK İLTİFATINDA BULUNDUNUZ. BEN DE ZAT-I DEVLETİNİZİ İYİ GÖRDÜĞÜMÜ, SEVİNDİĞİMİ, BANA DİNLENMENİN, SİZE DE ÇALIŞMANIN YARADIĞINI SÖYLEMEK CESARETİNİ GÖSTERDİM.

‘’ÇALIŞIRKEN İÇMİYORSUNUZ. BU SAĞLIĞINIZA İYİ GELİYOR. VAZİFEDEN AYRILMAKLA DA SİZE FAYDALI OLABİLDİĞİM İÇİN ÇOK SEVİNDİĞİMİ SÖYLEDİM’’.

Atatürk’ün öfkelendiği zamanki sesi sofrayı çınlatmaya başladı:

- HAH İŞTE TAMAM. ANLAT NE DEMEK BU?

İsmet Paşa, cebinden bir mendil çıkararak terleyen alnını sildi, sanki bütün herşey durmuş, sofradan bir nefes bile duyulmuyordu:

-MEMLEKET İÇİN ELBETTE HEPİMİZ İÇİN EN SEVİNİLECEK ŞEY, SIHHATİNİZDİR. BİZ RASGELE İNSANLARIZ. AZ VEYA ÇOK YAŞAMAMIZ MEMLEKETİN KADERİNE TESİR ETMEZ. AMA SİZ ASIRLARIN GETİRDİĞİ İNSANSINIZ. SİZİN BİR GÜN FAZLA YAŞAMANIZDAN TÜRK MİLLETİ BİR ASIRLIK MERHALE AŞABİLİR. BENİM ANLATMAK İSTEDİĞİM BU.

Atatürk kaşlarını çatarak:

-BU DEĞİL!.. BANA SÖYLEMEK İSTEDİĞİN ‘’BEN BAŞVEKİLKEN HER İŞİ SANA GETİRMEDEN HALLEDİYORDUM. SEN DE SÜRÜYORDUN SEFANI… BENİ ATTIN, ŞİMDİKİ BAŞVEKİLİN CELAL BEY HER İŞİ SANA GETİRİYOR VE ÇALIŞMAK ZORUNDA KALIYORSUN, SÖYLEMEK İSTEDİĞİN BU DEĞİL Mİ İSMET PAŞA?.’’ İŞTE SONUNDA BİR KADEH İÇKİDEN DE OLDUN…

İsmet paşa, ‘’hayır’’ diye telaşla ellerini havaya kaldırdı. Fakat Atatürk devam etti:

-BU! SENİN BANA SÖYLEMEK İSTEDİĞİN BU! SEN HANGİ İŞİ BENİM DESTEĞİM OLMADAN HAK ETTİN? SAYAYIM MI ŞİMDİ BİR BİR… İSTER MİSİN!

Bunca yıl Atatürk’ün yanında oldum. Hiddetini, paylamasını görmüştüm. Fakat hiçbir zaman böylesine bütün ölçülerin üstüne çıktığını, adeta öfkeli bir aslan gibi kükrediğini görmemiştim. Kollarını masaya dayamış, öne doğru eğilip başını İsmet Paşa'ya doğru kaldırarak, şiddetle akan gözlerini dikmişti:

-PEKİ SÖYLEYECEĞİM!.. NE BURADAKİ İNSANLARI NE DE TARİHİ KANDIRMAK MÜMKÜN DEĞİL. SÖYLEDİĞİNİZ VE SÖYLEMEDİĞİNİZ HERŞEY BİR GÜN MUTLAKA ORTAYA ÇIKAR. YALNIZ SANA ŞUNU SÖYLEYEYİM:

SENİ ‘’RAHAT BİR BAŞVEKİL’’ OLARAK KOLAYLAMAK İSTEDİM. BİR EHLİYETİN VARDI VE İŞLERİ BİR MERTEBEDE GÖTÜRÜYORDUN. BEN DÜŞÜNDÜKLERİMİN YAPILMASINI DEĞİL DÜŞÜNDÜĞÜM GİBİ BİR MEMLEKET YARATILMASINI İSTİYORUM. DÜŞÜNDÜĞÜMÜ YAPMA DA, DÜŞÜNDÜĞÜNÜN DAHA İYİSİNİ BUL DA YAP!.. YETER Kİ YAP!..

BAŞVEKİLDİN, BANA GELİYORDUN, HER GELİŞİNDE SÖYLÜYORDUM SANA FİKRİMİ. BİR AKSAKLIK GÖRÜRSEM, İKAZ EDİYORDUM. YARDIM ETTİĞİM, İKAZ ETTİĞİM İSMET PAŞA DEĞİL, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BAŞVEKİLİ İDİ. BEN DEVLET İŞLERİ İLE ARKADAŞLIĞI HİÇ BİR ZAMAN BİRBİRİNE KARIŞTIRMADIM. ARKADAŞ OLARAK BAĞIŞLARIM, HAKKIMDIR. DEVLET ADAMI OLARAK BAĞIŞLAMAM BUNA HAKKIM YOKTUR. ARKADAŞIM OLARAK SENİ BAŞVEKİL YAPMADIM; SENDE BİR BAŞVEKİLLİK EHLİYETİ GÖRDÜĞÜM İÇİN BAŞVEKİL YAPTIM.

AZ ÖNCE KAPIDA SENİNLE KARŞILAŞTIĞIM ZAMAN GEL BRİÇ OYNAYALIM DEDİM. DAVET ETTİĞİM ARKADAŞIM İSMET PAŞA İDİ. AMA SEN ASANSÖRDE DOKUNDURDUĞUN SÖZLERLE DEVLET ADAMLIĞI İLE ARKADAŞLIĞI BİRBİRİNE KARIŞTIRDIĞINI GÖSTERDİN.

SEN BAŞVEKİL OLSAN YORULMAZMIŞIM DA, CELAL BAYAR’IN BAŞVEKİLLİĞİNDE YORULMUŞUM. YAKIŞIR MI BU SÖZLER, BUNCA SENE BAŞVEKİLLİK YAPMIŞ İSMET PAŞA’YA?..

ŞUNU HERKESİN YANINDA AÇIKÇA SÖYLÜYORUM. MEMLEKETİN BİR TAKIM ŞARTLARI VARDI. O ŞARTLARIN SEN ÜSTESİNDEN GELECEK ADAMDIN; SENİ BAŞVEKİL YAPTIM. SEN BAŞVEKİLDİN, İŞLERİNİ BENİMLE KONUŞUYORDUN. BEN BAŞVEKİLLERE DEĞİL, DEVLETİMİN VE MEMLEKETİMİN İŞLERİNE YARDIM EDİYORUM. BU İŞLERİ BİR YERE KADAR İSMET PAŞA GÖTÜRÜYOR; BİR YERDEN SONRA CELAL BEY YÜRÜTMEYE BAŞLAR.

HİÇ BİR KİMSENİN KERAMETİ KENDİNDE GÖRMEYE HAKKI YOKTUR. BİR DEVLET ADAMI, KERAMETİ KENDİNDE GÖRMEYE BAŞLADI MI DEVLET ADAMLIĞINI BİTİRDİ DEMEKTİR.

İŞTE BU KADAR!

Atatürk’ün konuşmasının bitimine müsaadesi üzerine, İsmet Paşa sessizce yerine oturdu.

(Süleyman Yeşilyurt, Atatürk- İnönü Kavgası, s. 87-100)

NOT: Yazı epey uzundu, gereksiz bölümleri mümkün olduğunca kesilerek verilmiştir.

Dipçe: https://www.facebook.com/photo.php?fbid=453125434777853&set=a.241393319284400.54813.241313655959033&type=1&theater

Yayının oluşturulma tarihi: 31 Mayıs 2013

Bugün: 22 Ağustos 2013 Kuvayı Milliyeci

Category: ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

0 yorum