"Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimlerini benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.

Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç: ''Polis, henüz devrim ve Cumhuriyetin polisi değildir." diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek: ''Demek, adliyeyi ıslah etmek, yönetim şekline göre düzenlemek lazım.'' diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte; bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.

Diyecek ki: "Ben; inanç ve düşüncemin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."

İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!
Başbuğ Gâzi Mustafa Kemâl ATATÜRK

Atatürk'ün yanlış anlaşılan; ''yurtta barış, dünyada barış'' fikri!

Unknown | 14:34 | 11 yorum

   ATATÜRK'ün bir özdeyiş olan bu sözü kadar yanlış anlaşılan başka bir sözü daha yoktur!

   Hemen herkes, ATATÜRK: "YURTTA SULH, CİHANDA SULH!" dedi diye, "tepkisizlik" havariliğine soyunur. Orduyu dağıtmaya, bölücülere toprak dağıtmaya kalkarlar. Niye? Aman efendim, yurtta barış bozulmasınmış.

   Bu söz, hiç de o anlama gelmez! Bu söz:

   " BENİM YURDUMDA BARIŞ YOKSA, DÜNYAYI DUMAN EDERİM. AMA EĞER DÜNYADA BARIŞ YOKSA, O ZAMAN BENİM YURDUMDA DA BARIŞ DÜŞ OLUR, BEN DE BÜTÜN OLANAKLARIMLA YURDUMU SAVUNMAYA HAZIRLANIRIM!" demektir.

   ATATÜRK, çeşitli kötü niyetler ile TÜRKİYE'nin huzurunu kaçırmaya kalkacaklara, böyle bir davranışın DÜNYA BARIŞI'nı bile tehlikeye sokabileceğini anımsatarak, ezeli düşmanlarımızı bir kere daha uyarmıştır.

   Ama kendisi de farkındadır ki, ülke içinde ne yaparsak yapalım, dünyanın herhangi bir köşesinde bir huzursuzluk var ise, bu bize de yansıyacaktır. Şu halde, esas amaç: Hem YURDU, hem de DÜNYAYI BARIŞ İÇİNDE tutmak olmalıdır. Bunun nasıl olacağını da, hemen ardından gelen sözleri ile anlatır.

   ATATÜRK, hiç bir batılının olamayacağı kadar insancıldır.

   Yıkılmış bir hükümdarlığın, perişan haldeki ülke ve insanını devraldığı halde, sadece kendini düşünmez. Ezilen milletlere, artık yutturulamayan, şimdiki sömürge düzenininyerine, "YENİ DÜNYA DÜZENİ" diye daha beterini koymayı amaçlayanlara, hiç mi hiç benzemez.

   O gerçekten bütün zorba devletlerin ortadan kalkmasını, ezilen halkların bağımsızlığa ve huzura kavuşmasını ister.




   ATATÜRK'ün bu isteği, yersiz ve nedensiz bir duygusallık değildir. O, son derece doğru bir saptama ile, bütün dünyayı bir ocak gibi görür. Nasıl ki, bir ocakta, bireylerinden birinin haksızlığa uğraması, başka bir ocak bireyi tarafından ezilmesi, bütün ocağı huzursuz eder ise; bir TEK milletin dahi eziliyor olması, başka bir milletin sömürüsünde olması DÜNYA BARIŞI için TEHDİT oluşturur.

   Kaldı ki, göçler ve karışmalar dolayısıyla DÜNYA MİLLETLERİ gerçekten birbirleri ile AKRABA olmuşlardır. Bir insanın, başkasına işkence etmesi kötüdür, ama aynı insanın kendi akrabalarına işkencesi çok daha büyük bir kötülüktür.

   İkinci saptaması ise daha dikkat çekicidir. Bir ocak içinde, akrabaların birbirine düşmanlığı olabilir. Kardeş, kardeşin gırtlağına sarılabilir. Onun için, ATATÜRK bu kez, Mesnevi'den yararlanarak, dünyayı bir bedene benzetir ve parmağın ucundaki yaradan ötürü bütün organların etkileneceğini söyler. Bedenin kendi içinde, organlarının birbirine düşmanlığı söz konusu olamayacağı için, tüm bedenin kendi sağlığını korumak amacıyla, dikkatini bu sorun üzerine toplayacağını belirtir. DÜNYA bir bedendir. Hangi ülkede olursa olsun, eğer bir sorun varsa, bütün dünya devletlerinin, o sorunu, kendi çıkarına değil, DÜNYA YARARINA ÇÖZMESİ gerekir.

   İşte, ATATÜRK, burada çok az kimsenin farkında olduğu bir gerçeği dile getirerek, özellikle batıyı uyarmaktadır. Sözüm ona, "sağ yanağına tokat atana, sol yanağını çevirecek" kadar "barışcıl" olması gereken bu kesime, kendi akrabalarına ne eziyetler ettiğini anımsatmakta ve batıyı, bu yüzden BARIŞ DÜŞMANI olarak görmektedir. ATATÜRK'ün örneğinden gidersek, BATI, kendi kendini sokan bir akrep gibidir ve zehri, bütün dünya ülkelerine yayılmaktadır.

   Çünkü BATI, varlığının büyük bir kısmını, dünyanın şu veya bu köşesinde çıkarttığı savaşlarla ve sattığı silahlara borçludur. Dünyanın barış içinde olması, batının işine gelmez!

   Bu tavrı, en iyi, Amerikalılar'ın, 1800'lerden beri oynadıkları bir "Kızılderili oyunu" yansıtır. Pek çok "kovboy" filminde görmüşsünüzdür. Beyaz adam gider, Kızılderililer'e altın karşılığında tüfek satar. Sonra, üç beş beyaz, Kızılderili kılığına girip, beyazların çiftliklerine saldırır. İki üç ok atarlar, bir kaç baş derisi yüzerler. Amerikan ordusu da, beyazları kurtarmak için Kızılderililer'e savaş açar. Böylece; Kolt, Henri, Vinçester gibi silah fabrikaları, durgun üretimlerini arttırırlar. O tarihlerde, Amerika, daha başka ülkelerde savaş çıkartmaya pek alışmamıştı, o yüzden oyun bu kadar kolaydı.

   Dünya üzerindeki bozgunculuk olayları, komşu ülkelerin birbirine saldırması, hiç bir tehlike altında olmayan ülkelerin milyarlarca silah alması; hep, batının bu tüketimi yüksek ve pahalı SİLAH TİCARETİ POLİTİKASI sonucudur.

   Sovyetler'in dağılmasından sonra beliren barış umudunun, sağda solda çıkan pek çok küçük savaşla bozulması; Ermenistan'ın, Sırplar'ın, Yunan'ın ve Kürt bozguncuların saldırganlaşması; Somali, Ruanda ve Liberya olayları, hep, BATI çıkarı gereğidir.

   Hele Amerika'nın, kendi gibi sömürgeci devletleri ve onların uşağı durumunda olan geri kalmış ülkeleri arkasına takıp, 1991'de, Irağ'a saldırması, sonra birer bahane ile LİBYA, SUDAN, AFGANİSTAN gibi ülkeleri, füze ve bomba yağmuruna tutması, hep bu yamyamlığın, vampirliğin sonucudur.

   Öte yandan, her aşırı zenginliğin altında, mutlaka bir HAKSIZLIK ya da bir SÖMÜRÜ yatar.

   BATI ise, sadaka gibi göstermelik yardımlar yapar. BATI yardımı, o ülkelerde kedi köpek mamalarına harcanan tutardan çok daha azdır! Halbuki, islamda, kendi beğenmediğini vermek sadaka bile sayılmaz. (Bakara Suresi, 267. ayet) Onun için de, son 50 yılda, yoksul ülkelerin durumunun daha da kötüye gitmesi bir yana; 500 yıldır batının sömürdüğü; Afrika, Avustralya, Güney Amerika, Güney Asya ve Pasifik Adaları'na, şimdi bir de, Asya'nın tümü ve Doğu Avrupa eklenmek üzeredir.

   ATATÜRK, çok savaşmış bir insan olarak, DÜNYA BARIŞI'na çok önem verir. Ancak, bunun lafla olmayacağının da farkındadır. Ayrıca, büyük devletlerin kötü niyetli tutumları da gözünden kaçmaz. Onun için, BARIŞIN İLK koşulu olarak, SAMİMİ NİYET'i gösterir.

   İkinci koşul: DÜNYADA, AÇLIK ve BASKI olmamasıdır. Bunun için de, önce GÜÇLÜLER; AÇGÖZLÜLÜK'ten, KISKANÇLIK'tan, KİN'den uzaklaşmalılar ve tutumlu olmalıdırlar. Kendi insanlarını, yeni kuşaklarını, eski SÖMÜRGECİ düşüncelerden arındıracak tarzda eğitmelidirler.

   ATATÜRK, güçlü BATILI ÜLKELER'in bu konuda olumlu bir yola gireceğinden hiç ümitli değildir. BASKI ve SÖMÜRÜNÜN ortadan kalkmasının tek yolu, sömürgecilerin ortadan kaldırılmasıdır.

   Oysa, bugün, 7 milyarlık DÜNYA nüfusunun 1 milyarı, tam anlamıyla AÇLIK sınırındadır. Yani, bir gün yiyecek bulabilirse, ertesi gün açtır. 2 milyar kişi ise, temiz sudan yoksundur. Yani, düzenli yıkanmak, temizlenmek şöyle dursun, içeceği suya bile ulaşmakta zorluk çeker. İçtiği su da; çamurlu ve mikropludur. 250 milyon çocuk, ailesinin geçimi sağlamak için sağlıksız koşullarda, güvencesiz çalışmaktadır. 300 milyon kadın ve çocuk da, tam anlamıyla, KÖLE olarak, FUHUŞ'a zorlanmaktadır. Dünyada okuma yazma bilenlerin oranı sürekli düşmekte, niteliksiz kişilerin sayısı artmaktadır. 1998 verilerine göre; 1 milyar insan okuma yazma bilmez.

   Bu veriler şişirme değildir. Hepsi, Birleşmiş Milletler raporlarından alınmıştır. Hal böyle iken, BATI ÜLKELERİ, FAO'nun, 1996 yılında, İtalya'da düzenlediği Dünya AÇLIK toplantısına, laf olsun diye alt düzeyde katılmış, zırnık koklatmamışlardır. Onlar için varsa yoksa, sözde; "insan hakları, düşünce özgürlüğü, evrensel değerler." 

   Hiç biri, halkı açlıktan ölürken, 10 milyar dolar parayı İsviçre bankalarına kaçırmış olan Zaire Devlet Başkanı'na tek kelime söylemez! Bu parayı alıp, açlar için harcamayı düşünmez!

İşte onun için, ATATÜRK diyor ve biz de katılıyoruz ki: ''AÇLIK sorunun çözümü, AÇGÖZLÜLER'in BASKI ve SÖMÜRÜSÜNÜN ortadan kalkması ile mümkündür.''

   Yoksa TÜRKİYE'de okul çocuklarına "barış" şarkıları söyletmek, televizyonda her sunucunun ağzını, "barış" ile açıp "sevgi" ile kapatması yetmez. Barışı biz bozmuyoruz ki, biz sağlayalım. Afrikalı'yı açlıktan bir deri bir kemik bırakan, Filipinli 9 yaşındaki kızları fuhuş yapmak zorunda bırakan, BATI tarzı dünya düzeni değişmeden, BARIŞ mümkün değildir.

   Ama görüyoruz ki, BATILILAR, bu SAMİMİ NİYET'i ortaya koymak yerine, insanları, hatta kendi milletlerini de aldatıcı kuramlar ve fikirler ortaya atarlar. Sözüm ona, 120 milyon km kare dünya toprağı üzerindeki 7 milyar insanı, aynı evrensel kavramlar üzerinde birleştirmek mümkünmüş gibi, zaman ve kaynakları boşa harcarlar, boş umutlar dağıtırlar. Eski Sovyetler'in tek dünya devleti ve Amerikalılar'ın yeni dünya düzeni, "küreselleşme", "ortak değerler", bu palavraların en çok bilinenleridir. AVRUPA BİRLİĞİ ise, bizim politikacı ve sözde aydınlarımızın başını döndüren bir düştür.

   ATATÜRK çok açıkça belirtmiştir. Farklı; İNANÇ, KÜLTÜR ve TARİHten gelen toplulukların bir SİYASİ BİRLİK kurmaları olanaksız denecek kadar zordur. Bu açıdan AVRUPA BİRLİĞİ; ÖLÜ DOĞMUŞ bir ÇOCUKtur. Eskinin bu amansız düşmanlarını birleştiren TEK neden çıkarlarıdır. Ancak onun dahi bölüşümünde hır çıkmakta; İngiltere, İspanya gibi ülkeler imza koydukları konuları uygulamaktan kaçınmaktadırlar. Bu yüzden, kendini "daha fazla AVRUPALI" sayan 5 ülke kendi aralarında bir "ÇEKİRDEK AVRUPA" oluşturmuşlar ve topluluğun geri kalan 10 üyesini dışarıda bırakmışlardır. (Almanya, Fransa, Belçika, Lüksemburg ve Hollanda)

   Eğer kazara, biz de AB'ye girersek, bu gurubun dışında kalacağız, kaba bir deyişle "dış kapının mandalı" olacağız.

   ATATÜRK, milliyetçiliğine rağmen, bütün dünya devletlerini; tek bayrak, tek devlet altında toplamanın olanaksız olduğunun farkındadır.

   Hele böyle bir amaç için, "insanları daha mutlu edeceğim" diyerek katılanları veya dışarıda kalmak isteyenleri zorlamak, haksızlıktır.

   BATI bunu KIBRIS'ta yapıyor. Rumlar'la yaşamak istemeyen TÜRKLER'i buna zorluyor. Bizimle olmaktan şikayeti olmayan, farklı soydan gelen yurttaşlarımızı da koparıp, sözüm ona başka ülkelerdeki aynı soylar ile birleştirmeye çalışıyor. MÜSLÜMANLAR'a işkence eden Sırplar'a göz yumuyor.

   Örneğin; Birleşmiş Milletler, sözüm ona "tarafsızlık" kisvesi altında, hem Sırbistan'a, hem de Bosna Herseğ'e "silah kullanma yasağı" koydu. Küçücük çocukların, tecavüze uğrayan kadınların, çarmıha gerilen erkeklerin feryadı yeri göğü tutmuşken; Amerikan, İngiliz gemileri de gelip, bu ülkenin daracık deniz bağlantısının karşısına dikildiler ki, Bosna Hersek kolay teslim olsun.

   Bu da yetmiyor, "Sana güvenli bölge kurduk." diyerek müslümanların elindeki silahları topladı, depoladı, sonra Sırplar gelince onlara verdi. Sırplar da, ellerini kollarını sallayarak Serebreniza gibi şehirleri ele geçirip, Sırplar'ı sürdü, katletti. (1995 yılı)

   Sırplar, BATILI "barış gücü" askerlerini kaçırıyorlar da; IRAĞ'ın tepesine milyonlarca kilo bomba yağdıran AMERİKA, ayaklarına gidip, "NATO hava denetimini durdurma" sözü vererek, onları kurtarıyor. Bosnalılar, kendi ordularını kurup, Sırp saldırganlara karşı koydu mu, BATI feryat ediyor, "Aman ateşkesi bozmayın." diye. Hele biraz başarı kazanıp da, Sırplar'ı püskürtürlerse, TEHDİT'e bile başvuruyorlar durdurmak için.

   BATILI'dan başka, hangi yürek sahibi, SALDIRGAN ZALİM'le saldırıya uğrayan MAZLUM'u aynı kefeye koyar? Bu ne biçim barıştır ki, ancak MÜSLÜMANLAR ölünce sağlanır? Bu ne biçim barış gücüdür ki, girdiği yerde MÜSLÜMAN varsa SAVAŞ artar? Hiç bizim ZAYIFIN ve MAZLUMUN YANINDA OLMAK anlayışımıza sığar mı, onlarla birlikte hareket etmek?

   Bu örnekler çok açık göstermektedir ki; BİRLEŞMİŞ MİLLETLER, AGİT, NATO, AVRUPA BİRLİĞİ, IMF, WTO gibi uluslararası kuruluşlar, tamamen BATILI zengin ülkelerin denetiminde olan ve sadece onların çıkarına çalışan örgütlerdir. Bu örgütlere girmek, yoksul ülkeler için bir yarar sağlamaması bir yana, BATILILARın onlar üzerindeki egemenliğini arttırmaktadır.

   İşte bunun için, ATATÜRK, düşlere kapılanları uyarıyor: ''GERÇEK BARIŞ, SONSUZ BARIŞ YOKTUR! EĞER BARIŞ İSTİYORSAN, SAVAŞA HAZIR OL!''

   Böyle bir düşe kapılanların yaptıkları en büyük hatalardan birincisi, TÜRK MİLLETİ'ne, BARIŞ "telkin" etmeleridir. Sanki dünyaya kafa tutan, dünyayı kana bulayan, insanları ısdırap içinde kıvrandıran bizmişiz gibi.

   TÜRK MİLLETİ; 300 yıldır kimseye saldırmamış! Kimsenin ülkesini zaptetmemiş! Kimseyi sömürmemiş! Tersine; hep saldırıya, işgale, sürgüne uğramış!

   Dünyada, bizden başka, 300 yıldır başkasına saldırmamış ülke yok!

   Ne ABD, ne Rusya, ne Japonya, ne de; Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Hollanda; ne Arap, ne de Afrika ülkeleri!

   Bizden kopan ülkelerin istisnasız hepsinin bizden zengin olması ise, geçmişte SÖMÜRGECİ olmadığımızın kanıtıdır. Biz sokakta karşılaştığımız insana bile: "SELAMÜN ALEYKÜM" (barış senin üzerine olsun) deriz. Uzaktaki dostumuza "selam"(barış) göndeririz. Barış bizim ruhumuza işlemiş. Kendi halinde yaşamaktan başka şey düşünmeyen bir topluluk olmuşuz.

   Şimdi bize saldıranlara "dur" deneceğine; kalkıp bu millete barıştan söz etmek, "yine size saldırdıklarında karşı durmayın" anlamına gelmez mi? Bu ne gaflettir!

   ATATÜRK'ün çok açık bu sözünü bir kenara koyup, "yurtta sulh, cihanda sulh" ifadesini "bizim yurtta barış olursa, dünyada da olacakmış'' gibi yutturmak da neyin nesi?

   Barış yanlısı olmanın bir TEK anlamı vardır. O da: DEVLET'ine, MİLLET'ine, yurduna, TARİHTEN GELEN HAKLAR'ına saldırı olmadıkça; yani durup dururken, başkalarına saldırmamaktır. Bunu, biz zaten uyguluyoruz.

   Ancak ATATÜRK, çok GERÇEKÇİ olarak "ZAYIF MİLLET ve DEVLETLER'in, esas savaş yanlısı güçlü devletler, ve bilhassa BATILILAR'dan saygı görmesinin mümkün olmadığını, hatta ezmeye devam edeceklerini" söyleyerek, GÜÇLÜ ORDU'yu bir ÜLKÜ olarak açıklıyor. Ve TÜRK MİLLETİ'ne düşmanca davrananları sonsuz DÜŞMAN ilan ediyor.

   Böylelerine ilk fırsatta öldürücü darbenin vurulması da, YURTTA SULH fikrinin bir gereğidir. Çünkü savaşta ilk darbeyi indiren daima üstün olur. Eğer bizi yok etmek isteyen varsa, onun yok olması vazgeçilmez hedefimiz olmalıdır. Ne yazık ki, biz, son 50 yıldır tepki veren değil, tepki alan bir millet olduk. Önce yüzümüze tükürüyorlar. Aldırmıyoruz. Tokat atıyorlar. Yine uyanmıyoruz. Ne zaman tepemize balyozu indirecekler? O zaman gözümüzü açıp savunmaya geçiyoruz. Halbuki tükürmeye kalkanın suratına yumruğu patlatsak, bir daha kimse yan bakmaya kalkışamaz!

   AVRUPA BİRLİĞİ de bu anlayışla değerlendirilmelidir! Her toplantıda TÜRKİYE aleyhine bir karar çıkartan, YUNAN'a, EGE'yi bağışlayan, bozgunculara toprak vermemizi isteyen, KIBRIS'ı elimizden çekip almak için türlü dümen tasarlayan bu BATI ülkeleri; bize devamlı DÜŞMAN olduklarını gösteriyorlar.

   Sahte Atatürkçüler, bütün bu gerçekleri gözardı ederek, hala gidip kapılarında salya sümük: "Bizi de aranıza alın, biz, size dostuz, ne derseniz yaparız." diye yalvarıyorlar. ATATÜRK'ün dediğinin tam tersini yapıyor, sonra "Atatürkçülük" taslıyorlar.

   Bozguncuları bağışlamayı, onlara toprak vermeyi, Yunan'a Kıbrıs'ı bağışlamayı "barışcılık" sanıyorlar. Düşmanın isteklerinin bizi yok edene kadar kesilmeyeceğini ya bilmiyorlar ya da düşmanla işbirliği içindeler.

   Görüyor musunuz, bizler, ATATÜRK'ten ne kadar uzaklaşmışız?

   ATATÜRK, BATInın varlığını SAVAŞa borçlu olduğu için, BARIŞ için samimiyetle çalışmayacağına inanır ve TÜRK MİLLETİ'nin, DÜNYANIN yazgısında söz sahibi olmasını ister.

   Çünkü TÜRK MİLLETİ, kendisi kadar başkalarının huzurunu da düşünen TEK millettir. Ama yabancıların DÜNYA SİYASET ARENASI'nda, TÜRKİYE'ye yer vermekten kaçınacağını bildiği için de, anımsatır:

   ''TÜRKİYE'NİN, DÜNYA ÜZERİNDEKİ ETKİSİ GİDERİLEMEZ!''

   Bu bir DIŞ SİYASET ilkesidir. Bunu, diğer milletlerin, özellikle BATILILARın kafasına, gerekirse vura vura sokmalıyız. Onların kötü niyetli oyunları karşısına, İNSANCIL önlemler ile çıkmalı ve bunları kabul ettirinceye kadar uğraşmalıyız.

   ATATÜRK burada bizim politikacıları da uyarır: "Yabancılar, seni, hep arka p,lana atmak isteyecektir, sen ise sürekli ETKİLİ olduğunu vurgulamalısın. Sensiz hiç bir karar alamasınlar!"

   Ama, nerede bunu gerçekleştirecek dış görevlilerimiz, nerede öyle politikacılar? Şu IRAK'taki TÜRKMENLER'in hakkını bile dile getirmedik. Orada, Kürtçüler'in devlet kurmasına göz yumduk. Sırf BATILILAR bize darılmasın diye.

   Bu sözü de ikinci kere yazdık. Ama bu kez ki amacımız başka. Savaşı çok iyi bilen ve onu bir CİNAYET gören ATATÜRK, İSTİSNA koşulunu da koymuş:

   '' MİLLETİMİN YAŞAMI TEHLİKEDE İSE, SAVAŞTAN KAÇINMAM!''

   Bu ne demektir? Bu: İnsanlarımızın yaşamı söz konusu ise, savaşı göze alacağımı bütün düşmanlarım bilmeli, demektir.

   Dünyada bu politikayı uygulayan İKİ ülke vardır: ABD ve İSRAİL.

   Her ölen AMERİKALI veya YAHUDİ'ye karşılık olarak, 10 kişiyi öldürmekten geri durmazlar. Bunu bildiği için de, diğer milletler, her zaman onları hedef alırken çekinirler.

   Ama bu ilkeyi, ATATÜRK, onlar uygulamaya başlamadan, hatta İSRAİL devleti daha doğmadan çok önce söylemişti. Niye kimse uygulamamış?

   ATATÜRK, BARIŞ YANLISIdır, ama, dünya yaşamının SÜREKLİ SAVAŞ demek olduğunu bildiği için, koşulunu da koyar:

   ''BİZ, ANCAK TÜRKİYE'NİN GÜVENLİĞİNİ AMAÇ EDİNENLERLE BARIŞ HALİNDE OLABİLİRİZ. DÜŞMANLARIMIZA VE İYİ NİYETİNDEN EMİN OLMADIKLARIMIZA KARŞI DAİMİ BİR SEFERBERLİK HALİNDEYİZ.''

   Yani, ATATÜRK; BOYUN EĞME ve GÖZ YUMMA taraftarı değildir! Ne olursa olsun, BARIŞ demez! 

   BARIŞ, adı üstünde, TÜRK MİLLETİ'ne huzur ve güven getirmelidir. TÜRK, bu amaçla uzatılmış bir eli de hiç bir zaman geri çevirmez. Bu eli uzatan dostlarının aleyhine de hiç bir zaman çalışmaz. Ancak gerektiğinde savaşmaktan da kaçınmaz. Hangisi, ÜLKE için hayırlısı ise, onu seçer. TÜRKİYE'nin DIŞ SİYASETini bu oluşturur. Kuru kuruya, YURTTA SULH, CİHANDA SULH değil.

   Uzun lafın kısası, TÜRKİYE; DOSTLUĞUNA GÜVENİLİR, DÜŞMANLIĞINDAN KORKULUR BİR ÜLKE özelliğini asla yitirmemelidir.

   İşte, YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ bu demektir!

Category: , ,

Ne Mutlu Türk'üm Diyene!:
Benim yaratılışımda fevkalade olan bir şey varsa, Türk olarak Dünya'ya gelmemdir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini, onun ebedî olduğunu göstermelidir.

11 yorum: